12 Ocak 2009 Pazartesi

Kör kuyu

Günlerden bir gün, köylerden birinde, adamın birinin eşeği, kuyunun birine
düşmüş. Niye düşer, nasıl düşer sormayın. Eşek bu. Düşmüş işte. Belki kör bir kuyuydu, ağzı tahtayla kapatılmıştı belki, üzerine de toprak dökülmüştü.
Zamanla tahta çürüdü, zayıfladı, toprakta biten otları yemek isteyen eşeğin
ağırlığını çekemedi ve güm.

Hayvancık saatlerce acı içinde kıvrandı, bağırdı kendi dilinde. Ayıptır
söylemesi, anırdı yani. Sesini duyan sahibi gelip baktı ki vaziyet kötü. Zavallı eşeği kuyunun dibinde melul mahzun bakınıyor. Üstelik yaralanmış. Karşılaştığı bu durumda kendini eşeği kadar zavallı hisseden adamcağız köylüleri yardıma çağırdı. Ne yapsak, ne etsek, nasıl çıkarsak soruları havada kaldı.

Sonunda karar verildi ki kurtarmak için çalışmaya değmez. Tek çare, kuyuyu toprakla örtmek. Ellerine aldıkları küreklerle etraftan kuyunun içine toprak attılar. Zavallı hayvan, üzerine gelen toprakları, her seferinde silkinerek dibe
döktü. Ayaklarının altına aldığı toprak sayesinde her an biraz daha
yükseldi ve sonunda yukarıya kadar çıkmış oldu.
Köylüler ağzıaçık bakakaldı.
* * *
Hayat, bazen bizim de üzerimize abanır.
(Ne bazeni, çoğu zaman.)
Toz toprakla örtmeye çalışanlar çok olur.
Bunlarla başetmenin tek yolu, yakınıp sızlanmak değil, düşünüp
silkinmek ve kurtulmak, aydınlığa adım atmaktır.
Kör kuyuda olsak bile…….

Bilgelerle Diyaloglar

Eski Yunan filozoflarının dünya ve insan yorumlarının yanında, yine “insan”ı anlatan onlarca hikâyesi de yüzlerce yıldır anlatıla anlatıla günümüze kadar ulaşmıştır. Bunların en ünlüleri Büyük İskender”e “Gölge etme başka ihsan istemem” diyen Diogenes”e (Diyojen) aittir. Bu kadar ünlü olmasa da hâlâ yazılan, aktarılan birçok kısa hikâyede yine insanın durumları aynıdır.

***

Kral Dionysios, Aristippos”a sorar:

“Nedendir acaba, her gün filozoflar hükümdarları ziyaret ederler de, hiçbir hükümdar kalkıp bir filozofu ziyarete gitmez?”

Aristippos, “Bunda şaşacak bir şey yok hükümdarım” der, “Hekimler, yatağından kalkamayacak durumdaki hastalara giderler, çünkü o hastaların hekimlere gitmeleri mümkün değildir..”

***

Kıbrıs Kralı Nikokreon”un sofrasında Isokrates hiç konuşmadan oturur dururmuş. Neden böyle sessizce oturduğunu soracak olmuşlar. Şöyle demiş filozof:

“Burası benim söyleyeceklerimin yeri değil; burada söylenmesi gerekenleri de ben bilmiyorum, o yüzden susuyorum..”

***

Aisopos (Esop) evinde çalışırken, bir asil kapıyı vurmadan içeri girer ve kitaplarına eğilmiş filozofa, “Böyle yapayalnız nasıl oturabiliyorsun” der.

Aisopos başını kaldırır, “Ben yalnız falan değildim” der, “ama sen içeriye girdiğin andan itibaren ne kadar yalnız olduğumu anladım.”

***

Xenocrates (Zenon) bir öğrencisiyle konuşuyor, o ne derse öğrencisi sürekli onaylıyormuş. Filozofun sabrı tükenmiş ve bağırmış:

“Hiç olmazsa bir kere itiraz et, başka bir fikir söyle de iki kişi olduğumuzu arılayayım..”

***

Atina”da önemli bir tartışma yapılırken kürsüye Demostenes çıkar, ancak dinleyiciler sürekli kendi aralarında konuşmakta, filozofu dinlememektedir. Demostenes, “Bir hikâye anlatıp ineceğim” der ve anlatmaya başlar: “Uzun zaman önceydi, bir delikanlı Atina”dan Megara”ya gitmek için bir eşek kiralamıştı. Eşeğini kiraya veren adamın da Megara”da işi vardı, beraber yola düştüler. Konuşa konuşa giderlerken öğle sıcağı bastırdı, biraz dinlenmek ve öğle yemeği yemek için bir su başına çöktüler. Ama ortalıkta hiç gölgelik yoktu ve eşeğin sahibi yemeğini alıp eşeğinin gölgesine sığındı. Eşeği kiralayan genç buna içerledi, ”Sen çekil gölgede ben oturacağım” dedi. Beriki itiraz etti: ”Ben oturacağım, çünkü eşek benim.” Delikanlı Ama ben eşeği kiraladım” deyince, eşeğin sahibinden ”Ben sana eşeği kiraladım gölgesini değil” cevabını aldı ve aralarında kavga çıktı.”

Hikâyenin tam burasında Demostenes kürsüden iner yürümeye başlar. Dinleyiciler, “Sonunda ne oldu, sonunu anlat” diye bağrışmaya başlayınca Demostenes kürsüye döner:

“Sizin için çok önemli bir konuda bir şeyler anlatmaya çalıştım, dinlemediniz. Şimdi ise eşeğin gölgesini merak ediyorsunuz. Ne fikrimi söyleyeceğim ne de eşeğin gölgesine ne olduğunu…”

Kürsüden iner, yürür gider.

***

Atina halkı, yöneticilerinden fena halde şikâyetçiydi, ama onları nasıl göndereceklerini bir türlü bilemiyorlardı. Tartışmaların sonunda somut bir fikir çıkmıyordu. Bir gün Antisthenes kürsüye çıktı:

“Atinalılar size bir teklifim var: Hemen bir kararname çıkarıp bütün eşeklerin at olduğunu ilan edin. Bundan sonra da eşeklere eşek demeyin, hep at deyin.”

Biri sorar: “Peki bunun bize ne faydası var?”

Antisthenes cevap verir: “Ne demek ne faydası var? Yeni yönetici konusunda anlaşamadığınıza göre, çözüm bulunana kadar eşekler tarafından yönetilmek utancından kurtulmuş oluruz.”

Fakirlik (TOLSTOY)

Bir gün çok zengin bir adam oğlunu yanına alarak, insanların ne kadar fakir olabileceğini göstermek için bir köye götürdü.
Çok fakir bir ailenin evinde bir gün-bir gece geçirdiler. Şehre dönerken baba oğluna sordu:

“Yolculuğumuzu nasıl buldun?”

“Çok güzeldi babacığım” diye cevap verdi oğul.

“İnsanların ne kadar fakir olabileceğini gördün değil mi?”

“Evet.”

“Peki ne öğrendin ?”

“Şunu gördüm” dedi oğul:”Bizim evde bir köpeğimiz, onların dört köpeği var. Bizim evde bahçenin yarısına gelen bir havuzumuz var, onların kilometrelerce uzunluğunda dereleri var. Bizim bahçede ithal lambalarımız, onların yıldızları var. Bizim terasımız ön bahçeye kadar, onların ki ise ufka kadar uzanıyor.”

Ufaklık konuşurken, babası şaşkınlıktan tek kelime bile edemedi. Ve
çocuk ekledi:

“Ne kadar fakir olduğumuzu gösterdiğiniz için, teşekkür ederim babacığım !”

Nikolay Lev TOLSTOY

Yaşayarak Öğrenme - (Napolyon)

Bilmek ve görmek çok farklı şeylerdir.Söz gelimi eski kız arkadaşınızın şu an başka biriyle olduğunu tahmin etmek yahut bunun bilgisine sahip olmak az ya da çok yani göreceli olarak sizi etkileyecektir.Fakat onları beraber gördüğünüzde hiç şüphe yok ki bundan duyacağınız ızdırap çok daha fazla olacaktır.Bu aslında bir nevi görselliğin insan üzerindeki etkisini de gösteriyor.İşte bunun gibi “yaşayarak öğrenme” ile normal okuyarak ya da dolaylı yollardan öğrenme arasında da ciddi farklar vardır.

Mesela bazı ızdırapların başa gelen kötü olayların ne kadar acı olabileceğini her ne kadar tahmin edebilsek bile -tabi bu kişinin birazcık empati yeteniğine bağlı olarak değişen bişeydir- yine de tam olarak birebir o acıyı anlamamız kavramamız mümkün değildir.

Birşeyi anlamak için kuşkusuz o olayı yaşamak şart değildir.Fakat o olayın tam anlamıyla vehametini yaşayan kişinin nasıl bir halet-i ruhiye içinde olduğunu bilebilmek adına aynı olayı daha önceden yaşamış olmak kesinlikle büyük bir avantajdır.Yinede şunu da unutmamak gerekir ki her birey kendi karmaşık organizması içersinde aynı olayı farklı şekillerde yaşayabilir.Bu onun yapısı algılamalarıyla ilişkidir.Bu da demek oluyor ki farklı kişilerde aynı olaylar birebir aynı etkiler uyandırmayabilir.Ama ortalaması alınacak olsa benzer sonuçları görmek mümkündür.

Sözü fazla uzatmadan bununla ilgili bir anektodu paylaşmak istiyorum sizinle..

Bir gün Napolyon düşman askerlerinden kaçarken, bir bakkal dükkânına girmiş. Bakkala hemen kendisini saklamasını emretmiş. Bakkal da Napolyon’u müsait bir yere saklayıp, biraz sonra gelen düşmanları da ‘Az evvel biri koşarak şu tarafa kaçtı.’ diye savuşturmuş.Nihayet biraz sonra Napolyon’un muhafızları yetişmişler. Bakkal ömründe bir daha karşılaşamayacağı Napolyon’a sormuş: ‘Efendim, af buyurun ama merak ettim, ölümle bu denli burun buruna gelmek nasıl bir duygu?’Napolyon birden öfkelenmiş. ‘Sen kim oluyorsun da benimle böyle dalga geçercesine konuşabiliyorsun?’ diye bağırmış. Hemen askerlerine, adamcağızı kurşuna dizmelerini emretmiş.

Askerler bakkalın gözünü bağlayıp, karşısına dizilmişler. Mermiler namlulara sürülmüş, artık ‘ateş’ emri verilecek… Adamcağız içinden ‘Ah, ne yaptın sen? Şimdi ölüp gideceksin’ diye düşünürken, arkadan bir çift el uzanmış, gözündeki bağı açmış.Karşısında Napolyon varmış.

Tek cümleyle cevaplamış Napolyon: ‘İşte böyle bir duygu!’

Yaşayarak öğrenmek, bedeli en yüksek öğrenme biçimidir…

Pire Felsefesi (anlatım)

“Bir şeyin imkansız olduğuna inanırsanız, aklınız bunun neden imkansız olduğunu size ispatlamak üzere çalışmaya başlar. Ama bir şeyi yapabileceğinize inandığınızda, gerçekten inandığınızda, aklınız yapmak üzere çözümler bulma konusunda size yardım etmek için çalışmaya başlar”
Dr. David J. Schwartz

Bilim adamları pirelerin farklı yükseklikte zıplayabildiklerini görürler.Birkaçını toplayıp 30 cm yüksekliğindeki bir cam fanusun içine koyarlar. Metal zemin ısıtılır. Sıcaktan rahatsız olan pireler zıplayarak kaçmaya çalışırlar ama başlarını tavandaki cama çarparak düşerler.Zemin de sıcak olduğu için tekrar zıplarlar, tekrar başlarını cama vururlar.

Pireler camın ne olduğunu bilmediklerinden, kendilerini neyin engellediğini anlamakta zorluk çekerler.Defalarca kafalarını cama vuran pireler sonunda o zeminde 30 santimden fazla zıpla(ya)mamayı öğrenirler.

Artık hepsinin 30 cm zıpladığı görülünce deneyin ikinci aşamasına geçilir ve tavandaki cam kaldırılır. Zemin tekrar ısıtılır. Tüm pireler eşit yükseklikte, 30 cm zıplarlar! Üzerlerinde cam engeli yoktur, daha yükseğe zıplama imkânları vardır ama buna hiç cesaret edemezler.Kafalarını cama vura vura öğrendikleri bu sınırlayıcı ‘hayat dersi’ne sadık halde yaşarlar. Pirelerin isterlerse kaçma imkânları vardır ama kaçamazlar.

Çünkü engel artık zihinlerindedir. Onları sınırlayan dış engel (cam) kalkmıştır ama kafalarındaki iç engel (burada 30cm’den fazla zıplanamaz inancı) varlığını sürdürmektedir.

Bu deney canlıların neyi başaramayacaklarını nasıl öğrendiklerini göstermektedir. Bu pirelerin yaşadıklarına ‘cam tavan sendromu’ denir. Bir insanın gelebileceğine inandığı en üst nokta, onun cam tavanıdır.

Cam tavanınız hayallerinizin tavan yüksekliğini gösterir. İnsan inandığına denktir. Yapabileceği düşündüğü kadardır.

Leyla vü Mecnun


Leyla Dilinden Gazel
.
Felek, bağrımı kan etmeden, gönlüm açılıp serpilmedi;
Beni böyle ağlatıp inletmeden sevindirmedi.
.
Kılmadan zulm ile yüz parça su yaralı göğsümü,
Bu bahçede, gül gibi, bir anlık bile güldürmedi.
.
Şükür ki, felek muradımı verdi de; ümitsiz kılıp,
Bu aşk ve sevgi isinde beni pişman eylemedi.
.
Dert yokmuş kimsede; yoksa, ask feyzi tabibi
Kimde dert gördü de, o derde derman eylemedi?..
.
İnsanoğlu sabırsızdır; yoksa zaman
Hangi isi yavaş yavaş kolaya döndürmedi?..
.
Gözyaslarımın seli yeryüzünü kapladı, ama mutluyum;
Çünkü o sel, sabrımın binasını viran eylemedi…
.
Aşk alış verisinde, dosta kavuşma kazancını elde ettim;
Ey Fuzuli! Canana canini veren, asla ziyan eylemedi… (s.473).
Mecnun Dilinden Gazel
.
Öyle sarhoşum ki, idrak edemem, dünya nedir;
Ben kimim, saki olan kim, acaba bu şarap nedir?..
.
Gerçi, canandan çılgın gönlümün arzusunu istiyorum; ama,
Bilemem çılgın gönül arzusunu ki, canan sorsa, nedir?
.
Madem bir kez kavuşmak, aşığı vuslata kandırır;
Peki maşuktan aşığa her dem bu istiğna nedir?
.
Dünya ve alem felsefesinden anlayan, bilge sayılmaz;
Bilge ona derler ki bilmesin hiç, dünyadakiler ve dünya nedir!
.
Ey Fuzuli! Ah ve feryatların incitmekte alemi;
Eğer aşk belası ile başın hoşsa, o zaman bu dava nedir?
(s.475)

.
Leyla Dilinden Gazel
.
Ey beni çılgın eden: benden bu kaçış hali nedir?
Niye sormazsınki, bu çılgın gönlümün ahvali nedir?
.
Eğer bana halk içinde ilgi göstermezsen mazursun:
Ama tenhada da yüz vermezsin, bu korku nedir?
.
Halimi bilmediğin için bana açmıyorsan, anlarım;
Ya halimi bilip de kasten bilmezden gelmek nedir?
.
Bülbülün gayreti gül arzusu yolundadır derler;
Ama gulu gördüğünde meyletmez, peki bu dava nedir?
.
O peri yüzlü, ben rüsvaya hiç etmez iltifat…
Ey Fuzuli! Bilmem ki, ben rüsvanın sucu nedir?
(s.481)
.

Mecnun Dilinden Gazel
.
Gönül hayalle avunup, vuslata meyletmez;
Gönül dışında bir yar olduğunu aşık hayal etmez.
.
Hakikat ehli, kendini güzellik ve cemale kaptırmamalı;
Gerçek aşk asla bir kusur kabul etmez…
.
Kamil aşk isteyen, sekil güzelliğinden sakınır;
Çünkü sekle bağlanmak, aşığı olgunluk sahibi etmez.
.
Şekilcilik, aşk ehlinin cehaletine delildir;
Halbuki, akilli olan, bir gün ayrılınacak olanla birleşmez.
.
Dost, gönülde yerleşse, gözde niçin dolaşsın?
Muhabbet, sabit olsa, öz mekanından göçüp gitmez…
.
Gönül levhası masiva lekesinden daima beri olmalı;
Tevhit ehli olan, idrak sayfasına zülüften ve benden nakış çekmez…
.
Mana ehli, sekil için iradesini kaybetmez asla;
Hakikat cevherini mecaz cahilliğine çiğnetmez…
.
Gönül ehli olan, suret ehlinin hilesine bağlanmaz;
Fuzuli ise bağlanmıştır; demek ki hali idrak etmez…
(s.489)

.

Leyla Dilinden Gazel.
O dilber ki, devamlı aşığa yüzünü göstermez;
Noksan kalır; bakış feyzi bulup, olgunluk kesbetmez…
.
Aşıkları kendine çekmeyen, gerçek maşuk sayılmaz;
Ne çıkar o suret güzelliğinden ki, hal ehlini cezp etmez?…
.
Maşukun yüzü, bilge olmayandan gizli kalmalı;
Çünkü bilge olmayan, Allah’ın sanatını idrak etmez…
.
Güzellerin vuslatına talip olan, nefsin arzusudur;
Yoksa gerçek aşk için: ayrılık: ya da vuslat: fark etmez…
.
Maşuk, aşığın var olan hayat nakdini harcıyor;
Korkulur ki, bu zulmü maşukuna aşık helal etmez!
.
Güzeller naz cilvelerini mecaz ehline göstersinler;
Hakikat ehli, kendini zülüf ve bene müptela etmez!
.
Fuzuli, suret aleminde şaşkın ve gafil gezer durur…
Nasıl gafil? Bu sevdanın sonunu hiç hayal etmez…
(s.495)
.

Mecnun Dilinden Gazel
.
Biz cihan sarayını gerçekte viran bilmişiz;
Esenlik hazinesini bu virane içinde gizli bilmişiz.
.
Gerçi suretperest, taklit ile kendini alim bilir;
Gerçekler aleminde biz onu cahil bilmişiz.
.
Habersizler, şarabi, rahatlık içkisi sanırlar;
Biz zamanın bilgesiyiz; onu dökmüş; kan bilmişiz.
.
Anladık ki, alem mülkü kimseye vefa eylemez;
O zamandan beridir; onu Süleyman mülkü bilmişiz.
.
Ey Fuzuli! Ayrı sanmışın mescidi meyhaneden;
Meğer ne hata imiş ki, biz seni hep irfan ehli bilmişiz!

6 Ocak 2009 Salı

İNSAN KENDİNDEN EMİNSE

Sokrat (M.Ö 469- M.Ö 399)



"Her insanda iyilik tohumu vardır. Bu tohumu yeşertmek gerekir" diyordu filozof...

Duruşma başladı, Bu duruşma esnasında yargıçlar :

-"Eğer hatalı davrandığını kabul edip, tanrılarımıza inanırsan ve Tanrı'nın bir tane olduğu fikrinden vazgeçersen, aynı zamanda hatalı davrandığın için özür dilersen; belki idamdan kurtulursun! Ne diyorsun?" sözleri karşısında Sokrat'ın yüzünde pişmanlıktan en ufacık bir eser yokmuş. Gayet soğukkanlı bir şekilde konuşmuş :

-Bir yargıçta bulunması gerekenler : İyi niyetle dinlemek, akıllıca karar vermek, ayık olarak düşünmek ve tarafsızca sonuca ulaşmaktır...Yargıcın erdemi doğruyu görmek, savunmanın erdemi doğruyu söylemektir...

Salonda çıt yokmuş. Bütün gözler filozofun üzerindeyken konuşmasına devam etmiş:

"Ben doğruluğuna inandığım hiçbir şeyden asla vazgeçmem. Mutluyum. Bilirim ki haksızlık yapmak, haksızlığa uğramaktan daha acıdır".

Filozof, kendini suçlayanlara nüktedan konuşmalarıyla öyle güzel ders veriyormuş ki, düşmanları gülünç duruma düşüyormuş...

Karısı hapishaneye gelip:

-Ah Sokrat! Çok üzgünüm. Haksız yere idam edileceksin, deyince "Peki, haklı yere idam edilmem sence daha iyi mi olacaktı" demiş.

Hapishaneye ziyarete gelen öğrencilerine filozof, gayet sakin konuşmuş :

-Atinalılar beni, kendimi savunacak tarzda olmadığım için değil; pişman olduğumu söyleyip, ağlayıp sızlanmadığım için cezalandırdı. Şeref ve haysiyetimi zedeleyecek sözler sarf etmemi kimse benden beklemesin.

Verilen ölüm cezası karşısında Sokrat'ın öğrencileri, hocalarının kurtulması için ona, türlü kaçma planlarını teklif etseler de kabul ettirememişler.

Karar neticesinde, kendisine sunulan baldıran otu zehrini metanetle eline alan Sokrat, ölümün soğuk nefesini hissetmeden önce korkusuzca konuşmuş:

-Zenginlik ve asalet, bir şeref alâmeti değildir. İnsan kendinden eminse, her durumda şerefini korumayı bilir, buna ölüm de dahil...Ölümden korkmak, insanın bilmediği şeyi bildiğini sanmasıdır...

NEYE GÖRE TAKDİR

Almanyanın Münih şehrinde, elektrik aletleri yapan küçük bir fabrika vardı. Fabrikanın sahibi orta yaşlı adam, oğlunu yanına alıp bir ara kendi işinde çalıştırmak istedi. Bunun nedeni öğretmenlerin küçük çocuğu derslere karşı ilgisiz, kişilik olarak çok durgun bulmasıydı. Son anda adam çocuğunu okutmakta karar kıldı.

Aslında bu çocuk, sadece utangaç ve çekingendi. Öyle ki henüz on iki yaşındayken geometriyi tek başına öğrenmişti. Peki, neden bu dersi kendi kendine öğrenmeyi başarmıştı dersiniz? Çünkü okuldaki katı disiplin onu sıkıyor ; hocalarına soru sormaya bile cesaret edemiyordu.

Çocuk, Büyüyünce, elektrik mühendisi ol diyen babasını ikna etmeyi başardı ve fizik öğretmeni oldu. Üstelik, okulunu iyi dereceyle bitirerek ailesini bir hayli sevindirmişti.

Okulu bitirmişti ama, kendisine uygun iş bulamıyordu. Ailesine yük olmak da istemiyordu. Neyse ki verdiği özel dersler geçinmesi için yetersiz olmasına rağmen, gelecek günlere umutla bakıyordu.

Hiç değilse ne kazandığımı bilirim diyerek memur olarak göreve başladı genç adam. Kazancı azdı, fakat kadere inanan yapısı onu kanaatkâr yapmıştı. Aynı zamanda memur olmasına bir bakıma mutluydu. Çünkü mesai bitiminde matematik araştırmaları için zaman bulabilecekti.

1905 yılında henüz yirmi altı yaşındayken İzafiyet Teorisini buldu. Bu fizikçinin kim olduğunu tahmin ettiniz değil mi? O, Albert Einsteindır

Einstein, bulduğu formülleri liste halinde bastırıp ; hazine bulmuş gibi sevinç içinde raporları bilim adamlarına postalamış. Merakla sonucu bekliyormuş.

Tek tek liste gönderdiği onca bilimci, bilgini desteksiz bırakmış. Meslektaşlarının Einsteinın fikirlerine karşı çıkmasının asıl nedeni ; onu kıskanmalarıymış. Daha açıkçası yenilenen bilgilerle kendi kitaplarındaki çoğu yanlışın arka arkaya ortaya çıkacağı korkusunu taşıyorlarmış.

Bilgin, yılmadan çalışmalarını sürdürüyormuş. Açıklamaları öylesine ikna edici ve mantıklıymış ki, bilim adamları iddialarını daha fazla sürdürememişler. Sonuç ne olmuş dersiniz? Konusunda otorite olan çoğu bilim adamı onu taktir edip ; büyük bir dahi olarak gördüklerini söylemişler. Durumun bu şekilde sonuçlanmasında en önemli etken Einsteinın fizik ve matematik profesörlerinin sorularına böbürlenmeden ve içtenlikle cevap vermesiymiş.

Nereden nereye gelmiş ti Einstein İsviçre Patent Dairesinde sıradan bir memur olarak başladığı çalışmaları, dünya çapında üne kavuşmasına kadar devam etmişti

Einsteinın teorisi, atom bombası olarak kullanılmış ; 1945 yılında İkinci Dünya Savaşının sonuçlanmasına bu bomba sebep olmuştu.

Ünlü fizikçi, bilimin kötüye kullanılıp, binlerce kişinin ölümüne yol açmasına çok üzüldü. Bütün uluslara seslenerek, barış dolu bir dünya istediğini dile getiren Einstein şöyle diyor ;

Eğer bu teorinin kötüye kullanılacağını önceden tahmin etseydim ; bu yıkımı yaşamaktansa, silik bir memur olarak kalmaya devam ederdim böylelikle Einstein, insanlığa değer veren yapısıyla tekrar göze girmiş ve itibar görmeye devam etmişti.

Einstein Amerikada vereceği bir konferans sırasında yakın çevresinden birisi :

__Hocam, daha şık giyinseydiniz sizce daha iyi olmaz mıydı?

__Burası neresi?

__Bildiğiniz gibi Amerika efendim.

__O halde beni herkes zaten tanıyor ; fazla süse gerek yok

Einstein, Avrupaya konferans vermek için gideceği sırada, havaalanında hocalarını uğurlamaya gelen bir öğrencisi :

__Hocam, daha şık giyinseydiniz

__Ben Avrupaya gidiyorum değil mi?

__Evet.

__Peki, oradaki herkes beni tanıyor mu?

__Hayır efendim.

__O halde çok şık olmanın da gereği yok

12 Mart 1944 yılında Einstein bir söyleşi sırasında mânâ dolu bir cümle sarf etmişti : Neden beni hiç kimse anlamıyor ama herkes beni seviyor?...

Bu konuşmadan kısa bir süre sonra, ünlü komedyen Charlie Chaplinle Einstein üstü açık bir arabayla Hollywood Caddelerinde ilerliyormuş.Onları her gören alkışlamaya başlamış.Chaplin, Einsteina dönmüş :

__Bak dostum, demiş. Seni anlamadıkları için, beni de anladıkları için alkışlıyorlar....