23 Ağustos 2010 Pazartesi

Olmadığın bir şeyle özdeşleşmek egonun oluşmasıdır.


Egonun anlamı, senin olmadığın bir şeyle özdeşleşmendir. Bir kimse her ne ise, onunla öz- deşleşmeye ihtiyacı yoktur. Onunla özdeşleşmeye gereksinimin yoktur: Sen zaten osun.

Bu nedenle, ne zaman bir özdeşleşme varsa, bunun anlamı onun başka bir şeyle — olma- dığın bir şeyle — olduğudur. Kişi bedenle, zihinle özdeşleşebilir. Ancak, kişi özdeşleştiği anda, kişi kendi içinde kaybolmuştur. Egonun anlamı budur. Ego bu şekilde oluşturulur ve kristalleştirilir.

Ne zaman “ben” dersen, bir şeyle — bir isimle, bir şekille, bir bedenle, bir geçmişle; zihinle, düşüncelerle, anılarla — özdeşleşme vardır. Derin bir özdeşleşme vardır; sadece o zaman “ben” diyebilirsin. Şayet başka bir şeyle özdeşleşmezsen ve kendin olarak kalırsan, o zaman “ben” diyemezsin; “ben” sadece kaybolur.

“Ben” kimlik demektir.

Kimlik tüm esaretin temelidir. Özdeşleş ve bir hapishanede olacaksın.

Kimliğinin kendisi senin zindanın olacaktır. Özdeşleşme, bütünüyle kendin olarak kal ve özgürlük oradadır. O yüzden esaret budur; ego esarettir ve egosuzluk özgürlüktür. Ve bu ego, senin olmadığın bir şeyle özdeşleşmenden başka bir şey değildir. Örneğin, herkes kendi ismiyle özdeşleşmiştir ve herkes bir ismi olmadan doğar. Sonra isim o kadar önemli hale gelir ki kişi ismi uğruna ölebilir.

Bir isim nedir? Ancak özdeşleştiğin an o çok önemli hale gelir. Ve herkes ismi olmadan, isimsiz doğar. Veya şekli ele al; herkes kendisinin şekliyle özdeşleşmiştir. Her gün aynanın önünde duruyorsun. Ne görüyorsun, kendini mi? Hayır. Hiçbir ayna seni gösteremez. Sadece özdeşleştiğin şekli gösterir. Fakat insan zihni o kadar aptaldır ki her gün şekil sürekli olarak değişir ve sen asla yanılsamadan kurtulamazsın.

Sen bir çocukken şeklin neydi? Annenin rahmindeyken şeklin neydi? Anne babanın tohu- muyken şeklin neydi? Şayet senin için bir resim çekilmiş olsaydı annenin rahmindeki yumurtanı tanıyabilir miydin? Tanıyabilecek miydin? Ve “Bu benim,” diyecek miydin? Hayır ama geçmişte bir yerlerde bu yumurta ile özdeşleşmiş olmalısın... Doğdun ve şayet ilk çığlık senin için yeniden üretilebilseydi onu tanıyıp, “Bu benim çığlığım,” diyebilecek miydin? Hayır, fakat o senindi ve sen bununla özdeşleşmiş olmalıydın.

Ölmekte olan bir adamın önünde bir albüm yapılabilseydi... Sürekli değişen bir şekil; bir süreklilik vardır fakat yine de her an bir değişiklik... Beden her yedi yılda bir tamamen, bütünüyle değişiyor; hiçbir şey aynı kalmaz, tek bir hücre bile. Hâlâ, hâlâ biz, “Benim şeklim bu, bu benim,” diye düşünürüz. Ve bilinç şekilsizdir. Biçim sürekli olarak değişen ve değişen ve değişen — tıpkı elbiseler gibi — dışarıdaki bir şeydir.

Özdeşleşmek egodur. Eğer hiçbir şeyle — isimle ya da biçimle ya da herhangi bir şeyle — özdeşleşmezsen, o zaman ego nerededir? O zaman sen varsın ve yine de sen yoksun. O zaman sen mutlak saflığının içindesin ama ego yoktur. Bu yüzden Buda özü, özsüz olmak olarak adlandırmıştır; ona anatta, anatma demiştir. “Ego yoktur, bu yüzden kendini atma olarak bile adlandıramazsın. Kendini ‘ben’ olarak da adlandıramazsın; ‘ben’ yoktur. Sadece saf varoluş vardır,” demiştir. Bu saf varoluş özgürlüktür.

1 Ağustos 2010 Pazar

Hasb-i hal


Kamış ile Hasb-i hal

Kalemimin ucuna düşmüş siyah nur,
Ben ‘elif’ yazarım, O ise ‘lâm’.
Denizde med-cezir misâli.
An-bean meşkûl bir gârip safderûn.

Ne derdi vardır ki,bilinmez, sezilmez, varılmaz kâdrine velâkin.
Farzâ; ‘Bismillah’ deyip başlarız hatt-I dest`e lâkin ‘Yâ!’ demeden,
Vardirir bizi ‘Lâ!’ ya ‘Estağfirullah’

Nedir hikmet-i efgan, vallâhi şaştım bu tezâdlığa.
Ne diller döktüysem fayda vermedi, gitti.
Ne ney(i), ne gül(ü), ne de belâbil(i) derdine şifâ oldu.

Velhasil,
Bizim mektûf kamış derde dûçar, derman vermez olmuş mürekkebe!

Ey dost, gel biz fil-hâl ‘Vesselâm’ deyip,
Hasb-el lüzûm sözü özüne emanet edelim.
Lâkin ile-l-ebed nasib`ten ötesi suâl olunmaz.


• Şu Ney”in neler söylediğini can kulaği ile dinle, o ayrılıklardan şikâyet etmededir.
• Ney kendisine has bir dille, hal dili ile diyor ki: “Beni kamışlıktan kestiklerinden beri, feryadimdan, duygulu olan erkek de, kadin da inlemekte, ağlamaktadır.Şu var ki beni dinleyen her insane, benim neler dediğimi anlayamaz,
• Benim feryadımi duyamaz.Beni anlamak, beni duymak için,ayrılık acısı çekmiş, gönlü yaralanmış, içli bir insan isterim ki, acılarımı, dertlerimi ona anlatayim.(Mesnevi)

Semra Arık