20 Aralık 2008 Cumartesi

Kırkambar..




Bilgeye sormuşlar, dünya da en güzel şey nedir diye?

“Sevmek” demiş...
Peki sonra? demişler...
“Sevilmek” demiş...
Peki neden sevmek sevilmekten önce geliyor, demişler...
Bilge de; “insan sevdiğine sevildiğinden daha çok emindir...” demiş.
Peki, tasavvufi açıdan ya da mürid-mürşid ilişkisi açısından bakarsak; acaba sevmek mi daha güzeldir? Yoksa sevilmek mi?.... Yani müridin mürşidini sevmesi mi daha güzeldir, yoksa mürşidin müridini sevmesi mi?...
Ne dersiniz dostlar ?....

***
Merak ettiğim bir konu var: Tasavvufta aşk sevmeyle mi başlar? Yani önce seversiniz, sevginiz yoğunlaşır, yoğunlaşır; ve o dereceye gelir ki, kulvar değiştirerek aşka dönüşür. Ve yoluna aşk olarak devam eder. Böyle midir?... Yoksa aşk; zaten başlı başına ayrı bir kategori olarak; toprağa atılan bir tohum gibi, doğar, büyür, gelişir ve kemale mi erer? Başka bir deyişle aşk; tohumdan kemale erinceye kadar, başından beri hep aşk mıdır?

***
Tasavvufta şöyle bir ilkeden söz edilir: İhlas teslimiyeti, teslimiyet de muhabbeti doğurur.
Ama sanki tam tersi bir durum geçerli gibi. Yani, işitilen bir söz, bir musiki yada okunan bir cümle veya başka bir etki dolayısıyla insanda ani olarak kuvvetli bir muhabbet ya da coşku ortaya çıkabiliyor. İşte böyle muhabbetli olunca da, daha bir teslim ve daha bir ihlaslı olunuyor sanki.

Güzel bir insan; “bakış”ı ya da “nazarı” da unutmamak gerektiğini söyledi. Çok haklıydı. Doğrusu "bakış"ı ya da "nazar"ı belki en başta söylemek gerekirdi…
Bu bakış ya da nazar olayı gerçekten çok ilginç, sırlardan bir sır....
Hepimiz biliriz: "Bir bakış bir bakışa neler anlatır; bir bakış bir bakışı senelerce ağlatır" sözünü…. Bir zamanlar gençlik döneminin, özellikle de hatıra defterlerinin demirbaş sözü idi.

Mecazi aşklar ya da sevgiler için söylenmiş olsa da, çok daha fazla ilahi aşka yakışan bir söz olarak görüyorum.
Yavuz Sultan Selimin, hatırladığım ve çok beğendiğim bir sözü var:

"Şirler pençe-i kahrımda olurken lerzan
Beni bir gözleri ahuya zebun etti felek"

Gerçi sizlere açıklamaya gerek yok ama; bugünün deyişiyle; "Aslanlar yok edici gücüm karşısında titrerken; felek beni bir ceylan gözlü karşısında aciz bıraktı ya da beni bir ceylan gözlüye esir etti."

Hani Sina çölünü Peygamber Aleyhisselamın rehberliğinde geçtiği söylenen; aynı şekilde Peygamber Aleyhisselamın bizzat emriyle tebdili kıyafet İstanbul içerisinde operasyona gönderildiği rivayet edilen Yavuz Selim’in, kimse alınmasın ama bu sözleri mecazi bir aşka istinaden söylediğini pek düşünemiyorum. Olsa olsa, ancak “nuru ayn” olan ekmel bir şahsiyet için söylemiş olabilir. Kanaatim budur, yanılıyorsam düzeltiniz lütfen….

Nuru ayn olan ve Allah'ın murad ettiği "mükemmel insanların" bakışı, belki daha doğru ifadeyle nazarı, kanaatimce kalplerde nükleer bir patlama etkisi yapıyor; bu patlamada da nükleer patlamada olduğu gibi ses var, ısı var, ışık var; ancak, bu nükleer patlama kalplerde yalnızca yok edilmesi gereken şeyleri yok ediyor…. Fark burada belki….

Aslına rucu etmiş bir kalp düşünün.... Temeli sağlam atılmış bir bina gibi.... Elbette devamı çok daha kolay geliyor...

Belki de İHLAS-TESLİMİYET-MUHABBET’i üç kapılı bir üçgen gibi düşünmek gerekir. Kimi insan ihlas kapısından içeri girer, teslimiyet ve muhabbet ardınca gelir. Kimisi de muhabbet kapısından ya da teslimiyet kapısından girer de, diğerleri ardı sıra gelir. Ancak, gerçeği yaşayanlar bilir demek en doğrusu galiba…. Ve tabii ki, elbette

ALLAHÜ A'LEM Bİ-S-SAVAB…..

AŞKINIZ CEMAL, CEMALİNİZ NUR VE NURUNUZ AYN OLSUN !

Ahmet Levent

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

yorumlarınız için teşekkür ederim..